Geçen hafta bir cenazeye katıldım. Henüz kırk yaşındaydı. Arkadaşları, “Hep derdi ki; ‘Bir gün başlayacağım namaza… Daha çok vakit var’” diye anlattılar. O gün anladım ki; aslında hiç vakit yok. O gün yoktu, yarın da yoktu. Sadece “gelmeyen bir gün” vardı.
Hayat garip bir yolculuk… İnsan, yetişmesi gereken her şeye yetişiyor. İşine, toplantısına, sınavına, randevusuna… Ama garip bir şekilde, en çok yetişmesi gereken şeye; Rabbine yetişemiyor.
Hepimiz “bir gün başlarım” diye ertelediklerimizin gölgesinde yaşıyoruz. Yarın kılacağımızı sandığımız namaz, aslında hiç gelmeyecek bir yarına erteleniyor. Bir gün başlayacağımızı düşündüğümüz ibadet, bizi hiç beklemeyen bir vakte bırakılıyor.
Oysa hayat öyle hızlı akıyor ki; dün çocuk olan biz, bugün hayat telaşında yorulmuş bir yetişkiniz. Bir zamanlar uzak gördüğümüz ölüm, belki de bizden sadece birkaç nefes ötede.
Boşluk… Hepimizin içinde var. Yeni eşyalarla, kariyerle, dost meclisleriyle doldurmaya çalışıyoruz. Fakat doldurulmadıkça büyüyor. Çünkü o boşluğun adı “ruh”. Ruh, Rabbini ister. Namazla huzur bulur, secdeyle dinginleşir.
Ne ilginçtir; hayatı kaçırmıyoruz. Kariyerimizi kuruyor, evimizi alıyor, çocuklarımızı büyütüyoruz. Ama ebediyeti kaybediyoruz. Çünkü ruhumuzu ihmal ediyoruz.
Bugün, kendimize dürüst olalım:
Namazı ertelemek aslında hayatı ertelemektir. Yarın kılarım dediğimiz her vakit, belki de hiç var olmayacak bir “yarın”a bırakılmıştır.
Unutma; vakit sensiz de geçiyor. Ama sen vakitsiz kalabilirsin.
Rabbim, namaz kılmayanlara namaz aşkı versin; kılanları ise namazın ruhuyla buluştursun. Ve bizi, ömrümüzün son nefesine kadar secdeden ayrılmayanlardan eylesin.
Çünkü hayat, geçici bir misafirlik. Ama namaz, ebediyetin kapısıdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: