Bir sabah, okul yolunda küçük bir çocuk gördüm. Ağlıyordu.
Etrafında insanlar vardı; kimi işe yetişiyor, kimi telefona dalmış, kimi kendi dünyasına gömülmüş... Kimse durup sormuyordu: “Neden ağlıyorsun?”
Oysa o çocuk birinin evladıydı. Bir annenin yüreği, bir babanın emaneti, bir toplumun geleceğiydi.
Yanına oturdum, elimi başına koydum. Bana baktı, gözyaşlarını sildi.
“Bir an seni annem sandım,” dedi.
Boğazım düğümlendi. Çünkü o anda anladım:
Bir çocuğun derdini yalnızca annesi değil, insan olan herkes sormalıydı.
Sordum, “Niçin ağlıyorsun?”
Ve aldığımla yıkıldım:
“Okula gelirken bir abi beni bıçakla kovaladı. Çok korktum. Duvarın dibine saklandım. Ağlıyorum. Ben okumak istiyorum ama artık korkuyorum. Annem babam ayrı, babaannem hasta. Her gün tek başıma geliyorum. Artık okumak istemiyorum...”
Sustum. Çünkü o çocuğun gözyaşında sadece korku değil, bizim eksikliğimiz vardı.
Biz nereye gidiyoruz?
Ne ara böylesine duyarsız olduk?
Bir çocuğun çığlığını duymadan, bir bakışı görmeden geçip gidecek kadar ne zaman “ben” olduk?
Oysa çözüm, “ben”de değil, “biz”de saklı.
Hep ben değil, sen olmalı, siz olmalı, biz olmalı.
Birlikte olduğumuzda, dayanıştığımızda, sorduğumuzda, dinlediğimizde, dokunduğumuzda bu ülke değişir.
Çünkü bir toplum “biz” diyebildiği kadar insandır.
Ve bir çocuk, yalnız ağlıyorsa, orada “biz” yoktur artık.
Şimdi kendimize sormalıyız:
Biz sadece kendimizi mi görüyoruz, yoksa yanımızdan ağlayarak geçen o çocuğu da fark ediyor muyuz?
Bir çocuğun gözyaşı kuruyunca değil, biz yeniden “biz” olunca bu ülke iyileşecek.
Yorumlar
Kalan Karakter: