İnsanın yaratılış hikâyesi, bir nefesle başlar. O nefes, içinde hem aklı hem kalbi hem de imtihanın bütün yükünü taşır. Hayat dediğimiz uzun yolculukta insana verilen en büyük armağan da budur: Bir kalp ki her duyguyu hisseder; bir akıl ki karanlıkta bile “mutlaka bir çözüm vardır” diye fısıldar. Ve bu iki emanetle insan yürür; bazen günaha yaklaşır, bazen sevaba sarılır. Cehennem de vardır bu yolun sonunda, cennet de… Ve insanoğlu, iki sonsuzluk arasında kendi sonsuzluğunu seçer.
Nefsin körlüğü, şeytanın fısıltısı, dünyanın cazibesi… Hepsi bu yolculuğun tuzakları. Ama insan, insan olmanın gereği olarak kendini tanımayı, nefsini terbiye etmeyi öğrenmek zorundadır. Çünkü yol uzundur, yük ağırdır, imtihan kesintisizdir.
Kul, bütün bu koşuşturmanın içinde bazen yorulur, bazen şaşırır. İşte tam o anlarda bir ses arar: "Allah’ım, sen benimle konuş…"
Rabbine seslenen kalp bilir ki O, kainatın sahibidir; yoktan var eden, isteyince olduran, dileyince durduran… Rızkı veren O’dur, rızkı kesip imtihana sokan O… Dert verip dermanı aratan, kulun çektiği zorlukla onu olgunlaştıran da yine O… Ve her mümin bilir ki hiçbir dua karşılıksız değildir; bazısı hemen kabul olur, bazısı sabrı öğretir, bazısı kulun kaderine bir anahtar gibi ileride kapı açar.
Bu yüzden kul, şöyle niyaz eder:
“Rabbim, beni şaşırtma. Yolum uzun olsa da sabır ver. Bana bir kapı arala, anahtarı dua olsun. Son nefesimde kelime-i tevhidi dilime kolaylaştır. Nasıl günahsız geldiysem, günahlardan arınmış bir kalple yine sana döneyim.”
İşte insanın en samimi duası budur: Dünya karmaşasında yolunu kaybetmemek, hayır ile şerri ayırt edemediğinde yönünü bulmak, kalbini doğruya sabitlemek…
Ve belki de bütün yolculuk boyunca insanı ayakta tutan en büyük gerçek şudur:
Kul konuşur, Rab duyar. Kul şaşırır, Rab yol gösterir. Kul düşer, Rab kaldırır.
Yeter ki insan, içtenlikle yönünü O'na çevirmeyi bilsin. Çünkü kulun duası, Rabbin kapısını çalan en güçlü anahtardır.
Yorumlar
Kalan Karakter: