Çocukluğuma dair anılar, bugünkü hayatın ne denli değiştiğini gözler önüne seriyor. Eskiden evimize misafir geleceği zaman içimiz kıpır kıpır olurdu. O misafir, evin neşesiydi; eller öpülür, hoş sohbetler edilir, büyüklerimizin dizinin dibinde otururduk. Saygı, içimizden gelen doğal bir duyguydu, tıpkı sevgimiz gibi. Şimdi ise o misafirperverlik ve samimiyet çok uzaklarda kaldı. Artık, kapıya gelen misafire yüz çevirmek, “Hoş geldin” bile dememek sıradanlaştı. “Büyüklere saygı, küçüklere sevgi” anlayışı, sanki tarihin tozlu raflarına kaldırılmış durumda.
Bir zamanlar komşuluk, yardımlaşma ve dayanışma, mahalle hayatının temel taşlarıydı. Kapılar hep açıktı, yemekler komşularla paylaşılır, ihtiyaç sahiplerine yardım eli uzatılırdı. Oysa şimdi komşular birbirini tanımaz hale geldi, "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" atasözü doğru, ancak yaşadığımız dönem yanlış. Eskiden müstakil evde oturmak, apartman hayatına göre daha mütevazı bir yaşam tarzı olarak görülürdü. Ancak şimdi, bahçeli ev hayali zengin ya da fakir fark etmeksizin herkesin aklında, ama fiyatlar uçuk. Geçmişin sıcak komşuluk ilişkileri yerini soğuk apartman duvarlarına bıraktı.
Eskiden aile içi güven sarsılmazdı. Aile fertleri birbirinden habersiz bir iş yapmaz, herkesin birbirine karşı bir sorumluluğu vardı. Şimdi ise anne babaya saygısızlık, duyarsızlık yaygınlaştı. Gençler, nereye gittikleri ya da kiminle vakit geçirdiklerine dair hesap verme ihtiyacı hissetmiyor. Anne babalar da bu durum karşısında giderek daha umursamaz hale geliyor.
Toplu taşıma araçlarında yer vermek, bir büyüğümüzü onurlandırmak, bizler için bir sevinç kaynağıydı. Bugün ise kulaklık takmış, telefonlarına gömülmüş gençler, yanlarındaki yaşlı insanları fark etmiyor bile. Koca bir nesil, başkalarına duyarlılık göstermeyi unuttu.
Bayram sabahları çocukluğumuzun en heyecan verici anlarıydı. Yeni kıyafetlerimizle bayram sevincini iliklerimize kadar yaşardık. Şimdi bayramlar tatil kaçamaklarına dönüştü, “Nereye gidebiliriz?” telaşı her şeyin önüne geçti. O eski bayramların coşkusu da maalesef kayboldu.
Mektuplar vardı bir zamanlar, komşu çocuklarıyla sokakta seksek oynardık. Pamuk şekerin tatlısı damağımızda kalırdı. Şimdi her şey daha hızlı, daha dijital, ama bir o kadar da ruhsuz. Hayat daha basit, insanlar daha temizdi. Siyah beyaz TRT ekranlarında başlayan ve biten günlerde, İstiklal Marşı’yla televizyonu kapatırdık. Şimdi ise saygı, sadakat ve güvenin yerini güvensizlik aldı.
Eskiden para yoktu belki ama güven vardı. Bugün senetler, anlaşmalar imzalansa bile arada güvenin izi yok. Apartman daireleri yükseldikçe insanlar birbirine yabancılaştı. Karşı komşusunu tanımayan bir toplum haline geldik. Dostluklar, çıkar ilişkilerine dönüştü; tahammülsüzlük hayatın her alanında kendini gösteriyor. Herkes birbirine bir bomba gibi patlamaya hazır. Hayata, dostluğa, aileye ve insanlığa karşı yabancılaştık. Artık kimse kimseyi tanıyamaz oldu; anne oğlunu, baba kızını tanıyamaz hale geldi.
Biz, saygının ve sevginin hüküm sürdüğü bir toplumduk. Şimdi ise içi boşaltılmış ilişkilerle mücadele ediyoruz. Eskiden her şey başkaydı; insanlar daha hayat doluydu. Şimdi ise yaşadığımız dünyada, o eski günlerin sıcaklığını, samimiyetini bulmak neredeyse imkânsız.
Çocukluk yıllarımda belki kitap okumayı çok sevmezdim, ama kütüphanede arkadaşlarımla vakit geçirmek keyifliydi. Bir kariyer hedefimiz olmasa bile geleceğe dair hayallerimiz vardı. Şimdi ise eğitim sistemleri, çocukları dört bir yandan sarmış durumda, ama ruhlarını kaybediyorlar. Dijital dünyaya kapılmış bir nesil var karşımızda; dizilere, filmlere, sosyal medyaya gömülmüş çocuklar…
Her geçen gün, eskiye olan özlemim artıyor. Nerede o eski dostluklar, nerede o içten bayramlar? Eskiden hayat başka güzeldi.