Büyük bir depremi iliklerimize kadar yaşadık. Hemen herkes uykuda yakalandı bu felakete. “Neler oluyor” demeye fırsat vermeden kimimiz öldü, kimimiz yaralandı, kimimiz de sağ kurtuldu. Kimimiz günlerce kurtarılmayı bekledi molozların altından. Bir ömür boyu etkisi devam edecek bir imtihandan tünelindeyiz. 

Ayaklar için en büyük nimet güvenle basacağı bir karış topraktır. Ya da ayaklar için en büyük azap güvenle basacağı bir karış topraktan mahrum bırakılmaktır.

Başımıza gelen her şey bir imtihandır. İmtihandan müstağni kılacağımız bir iş, bir işlem yoktur bu dünyada.

Hayat çok kısa. Akşam uyuyor insan, sabaha uyanamıyor ya da sabah uyanıyor ama akşama yetişemiyor. Kimin ne zaman, nerede, ne şekilde elveda edeceği belli değil.

Kendimizi doğru bir şekilde, doğru bir yere konumlandırmazsak imtihanlar bizi düzlüğe çıkarmaz. İçinden bir türlü çıkamadığımız en büyük handikabımız korkulukları adam yerine koymaktır. Serapı su sanmaktır. Yanlıştan doğruyu beklemektir. Her ne zaman adam ile korkulukları birbirinden tefrik edebilirsek sorunlarımızı da çözebiliriz. Yanlışlarımızın farkına varabilirsek doğruya ulaşmamız da kolaylaşacaktır.

Allah’ın yarattığı dünyada Allah’ın kurallarının geçerli olduğuna tüm dünya şahit oldu bu vesileyle. Hayat ihmal kabul etmiyor. Bu dünyanın kuralı bu. Ahirette görülecek bir hesap da bekliyor bizi. Ne bu dünyadaki kurallardan kaçabiliyoruz ne de ahirette karşılaşacağımız hesaptan yakamızı kurtarabiliyoruz. 

İnsanlık için hem bu dünyaya hem de ahirette yönelik tek bir kurtuluş reçetesi var o da Kur’an’a yapışmak, Kur’an’la yükselmek.

Bu deprem bize, aslında hepimizin ne kadar da zengin olduğumuz hatırlattı. Kimi zenginliklerimiz ayağımızın altında bir basamak oldu bizi yukarılara kaldırdı, kimi zenginliklerimiz de başımızın üstünde bir moloza dönüştü, ezdi bizi.

Hayatımız boyunca gözümüzün önünde gerçekleşmiş olsa dahi öncesini, sonrasını, niyetini, nedenini ve faillerini çözemeyeceğimiz bir çok olayla neredeyse her gün karşılaşıyoruz. Kim, neyi, niçin yapmışsa, hangi olayın arka planında ne varsa, yüreğinde neyi saklamışsa hepsi günün birinde güneşin ortalığı aydınlattığı gibi en berrak şekliyle ortaya çıkacaktır. Ancak bu ortaya çıkış hesap ve kitap için olacaktır. Bir olayda kasıt, ihanet, yalan veya art niyet varsa hesabı mutlaka görülecek ve misliyle cezasına da çarptırılacaktır. Bunda şüphe yok.

İnsanın yaptıklarının aleyhinde eller dile gelecek, ayaklar da şahitlik yapacak. Kaçış yok, torpil yok, rüşvet kabul edilmeyecek bu süreçte. Delilleri gizleme veya karartma da olmayacak. Çünkü Allah her şeyin künhüne vakıftır. O halde istediğinizi istediğiniz şekilde yapın. Aklınıza geleni ulu orta söyleyin. İstediğiniz yalanların ardına saklanın ya da istediğinizi entrikaları evirin, çevirin.

Dünya hayatı kısa, ahiret yurdu ise sonsuzdur. Gülmeyi dünyada kullanmak isteyen insanlar ahiret yurdunda sonsuz ağlayabilirler.

Hem dünya hem de ahiret sıkıntılarından kendimizi ve neslimizi muhafaza edebilmek adına Din-i Mübini eğitim ve öğretimin baş köşesine oturtmak gerek. Vicdanları köreltmek insanlığı öldürmektir. Dünyayı imar etmek üzere yapılması gereken tüm iş ve işlemler Allah korkusuyla şekillenmezse, tekme savrulan kocaman bir topa çevrilebilir dünya. Ayağı sürçüp düşmek ile dönüp dönüp aynı yerde defaaten yere serilmek bir değildir.

Neden Türkiye’nin hiçbir fakültesinde (İlahiyat Fakülteleri hariç) Kur’an ve Sünnetten müteşekkil bir emir, bir yasak veya ahlaki bir ilke öğretilmez? İslam; Müslüman bir ülkede isteyenin inandığı bir din olmaktan çıkartılıp isteyenin inkar ettiği bir din konuma getirilmesi gerekmez mi?

Halkı Müslüman olan bir ülkede bina inşa etmek üzere mühendis yetiştiren hiçbir fakültede Kur'an ve Sünnet diye bir dersin konulmamış olması düşündürücü bence.

Evet! Bilimi yok saymaz İslam. Günümüzün materyalist bilimi de İslam’ı yok saymamalı. Dini yok sayan bir bilim, benim nazarımda bilim değildir.

Kur’an-ı Kerim insanın kalp gözünü açar. Kalp gözü kör veya kalbi bozuk olan insanların gözleri de bozuk görür, dili de bozuk söyler, kulağı da bozuk duyar. Yaptığı iş ve işlemlerden bir hayır da beklenmez.

Camiler Allah’ın evleridir. İnsanlar da Allah’ın kullarıdır. Sıkıntıya düşen her kul Rabbinin evine sığınmalıdır. Bu süreçte camilerin en iyi rehabilitasyon merkezleri olduğundan şüphe duyulmamalıdır. Materyalist ilmin pas geçtiği insanın ruhunu doyurmanın mekanı olarak lanse edilmelidir. Çünkü Allah ile iletişime geçmeyen hiçbir rehabilitasyon merkezi başarı gösteremez. Namaz kılarak, zikir yaparak ve Kur’an okuyarak Allah ile kurulacak her türlü iletişim insanın ruh sağlığını muhafaza edecektir. İnsanın ruh sağlığı can sağlığından daha önemlidir ve daha gereklidir. 

Allah’ın kendi korumasına aldığı kişiyi kim öldürebilir ki? Allah’ın kendi korumasından tart ettiği kişiye kim sahip çıkabilir ve koruyabilir ki?

Dua edeceğiz, dua dua yalvaracağız Rabbimize! 

Ve diyeceğiz ki ey Rabbimiz!

Biz aciziz Sen Aziz’sin.

Biz cahiliz Sen Alim’sin. 

Biz zalimiz Sen Adil’sin.

Biz fakiriz Sen Ğani’sin.

Affını diliyoruz Senden, merhamet et, istikamet ver bize....