.

Eskiden gurbet diye bir şey vardı.

İnsanlar, özellikle genç erkekler askere, okul okumaya veya çalışmaya giderlerdi. Kimi de kaçmak zorunda kaldığı için giderdi.

En çok da fakir fukara içindi gurbet.

Şimdi düşünüyorum da, zenginlerin hayatında gurbet yoktu sanki. Çünkü onlar canları istediği zaman gidip gelebilirlerdi.

Önceleri il dışı idi gurbet. En çok da İstanbul.

Sonra yurt dışı çıktı. Hele de Almanya.

Aylarca, yıllarca birbirlerini görmezlerdi.

Gidiş geliş zor ve pahalıydı.

Telefon da yok.

Ancak mektup yazarsın.

Çok acil durumlarda da telgraf çekersin.

Ha bir de gidip gelen tanıdıklarla haber yollanırdı. Ya da o taraflardan biri gelmişse, ufak bir haber uğruna aranılıp bulunurdu.

O yüzden zordu gurbet. Çok zordu.

Hem giden için, hem geride kalan için.

Çok şiirler yazıldı gurbet üstüne.

Çok türkü yakıldı, beste yapıldı.

Romanlar yazıldı.

Filmler çevrildi.

En belli başlı konulardandı.

"Gurbet o kadar acı ki ne varsa içinde"

"Yad eller aldı beni"

"Gurbet elde hasta düştüm ağlarım"

Aklıma ilk gelenler.

Az düşünsem onlarcasını sıralarım.

Ben de okumak için gurbete çıktım.

Sonra da yıllarca öğretmenlik yaptım gurbet ellerde.

Önce bekâr, sonra evli olarak.

Çok mektup yazdım.

Telefon sonlara doğru çıktı.

Hiç alışamadım ayrılığa.

Çok özlerdim, çok ağlardım.

Çok gurbet, hasret şiiri yazdım.

Çok ayrılık türküleri, şarkıları söyledim.

Şimdi gurbet diye bir şey kalmadı gibi.

Gözünü açan gidiyor.

Askerlik çok kısaldı.

Buna karşılık okumak için gidenler çok arttı.

İş için gidenler de eskisinden kat kat fazla.

Fakat artık keyf için de gidiyorlar.

Daha güzel yerlerde, daha rahat yaşamak için.

Öyle sadece gençler de değil, her yaş grubundan.

Emekli olduktan sonra gidenler de artıyor sürekli.

Bırakın başka şehirleri, yurt dışına gitmek bile sıradanlaştı.

Mektup ve telgraf hayatımızdan çıkalı çok oldu.

Telefon, internet ve sosyal medya, gurbeti ortadan kaldırdı.

Her gün her an sesini duyabiliyorsun, görüntülü konuşabiliyorsun. İstediğin an istediğin kadar fotoğraf ve video çekip gönderebiliyorsun.

Gidiş geliş de çok kolay artık.

Otobüs bile demode oldu.

Uçağın rahatlığı ağır basıyor.

Çoğunlukla da özel arabalar tercih ediliyor.

Olmazsa kiralık araba imkanı da var.

En önemlisi hayata bakış değişti, hayat anlayışı değişti.

Aile akrabalık bağları çok gevşedi.

Kimse kimseye muhtaç değil.

Kimse, kimse için bir şeyler yapmak zorunda hissetmiyor kendini.

"Herkesin kendi hayatını yaşama" arzusu "hak" oldu.

Nerede mutlu olacaksa, daha doğrusu eğlenecekse alıp başını oraya gidiyor.

Haliyle gurbet diye bir şey de kalmadı.

Tabii gurbet şiirleri, şarkıları, romanları, filmleri de üretilmiyor çoktandır.

Çünkü karşılığı yok.

Peki, ben sabah sabah bunca yazıyı niçin yazdım?

Bir buçuk yıldır Kayseri'de görev yapan oğlumuz, Ömer Faruk'umuz, bir haftalık izne gelmişti, bugün dönüyor.

Aslında birkaç ayda bir, bir şeyleri vesile edip geliyor.

Sık sık telefonla sesli ve görüntülü görüşüyoruz. İstesek her gün de yapabiliriz.

Fakat ben eski bir kuşağım.

Gurbeti iliklerine kadar yaşamış birisiyim.

Öyle uzaklardan görüşmek yetmiyor bana.

Her gün yanı başımda görmeliyim.

Dokunmalıyım, sarılmalıyım, okşamalıyım, öpmeliyim.

Gece uyanınca odalarına gitmeli, nefeslerini duymalı, üstlerini örtmeli, saçlarını okşamalı, usulca öpmeliyim.

Onun için benim gurbetim devam ediyor.

Hep bir gün gitmemek üzere gelsin diye dua ediyorum.

Diğerlerinin gitme ihtimali bile canımı sıkıyor.

Bunlardan bahsetmek de, artık çok gereksiz, hatta saçma bulunduğu için başkalarının canını sıkıyor.

Eskiden gidenin ardından su dökülürdü, kuruyuncaya kadar dönsün diye.

Bizim hanım da yakın zamanlara kadar apartmanın merdivenlerine döküyordu.

Artık o da yok.

"Eyvallah!"

"Güle güle!"

Ömer'imin de bütün gidenlerin de yolları açık olsun.