.

Türkiye; kültürel değerler, düşünce ve yaşam biçimi açısından Batı medeniyetinin küçültülmüş bir prototipidir. Türkiye’de yaşayan insanlar ne Avrupalı oldular ne de dinlerine sadakat gösterebildiler. İki arada bir derede, deve kuşu misali ortalıkta başıboş kaldılar.

Batı medeniyetini insan yerine koydular ancak Batı medeniyetinin insanlığa en büyük getirisi(!); İnsanı ilahlaştırmak, ilahı da insanlaştırmaktan başka bir şey olmadı. İlahlaşan insanlarla ayet ve sünnet bağlamında konuşmanız, iletişime geçmeniz, hayatı anlamlandırmanız, sorunlarınıza çözümler üretebilmeniz hiçbir şekilde mümkün olmadı.

İlmi hayatımızdan tart ettik. Bilime ölesiye sarıldık. Hayatımız kocaman bir film oluverdi.

İlim ruhun, yemek vücudun gıdasıdır. Yemeklerin konuşulduğu, övüldüğü ve ilme değer verilmeyen bir coğrafyada ruhi derinliğe sahip bilge insanların yetişmesi de mümkün olmadı.

Unutmayın Vahiy, İlimdir. İlim de Vahiydir. Batı medeniyeti insanlığı vahiyden uzaklaştırdı. Vahyin yerine oturttuğu bilgi ve filmi yutturmaya çalıştı benliği bozulan toplumumuza.

Öyle bir eğitim, öyle bir öğretim, öyle bir okuma, öyle bir yazma, öyle bir kültür, öyle bir sanat düşünün ki; yıllarını veren kişiyi bir santim dahi Allah’a, Kur’an’a, Peygamber (s.a.v.)’e, dine, imana yaklaştırmıyor? Ve bu ortamda büyüyen insanlar kendilerini cennetin ortasında sanıyor.

İlahlaşmaktan, ilahlık taslamaktan ve insanlara ilahlar gibi tepeden bakmaktan Allah muhafaza buyursun tüm ümmeti Muhammed (s.a.v.)’i.

Önemli olan iyiye, güzele, doğruya, hakka, hukuka, dine, imana ve adalete talip olmaktır. İçten ve samimice. Olması gerektiği gibi. Bunun için arkasına bakmadan, kimseye öksünmeden gece gündüz, dağ bayır, yaz kış, genç yaşlı, çamur yağmur demeden yürümek. Bıkmadan usanmadan, dinlenmeye, nefeslenmeye ve mola vermeye gerek duymadan yürümek. Az, uz ve dere tepe düz bir ömür boyu gitmektir. Bazen iri ve hızlı adımlarla bazen de ufak ve yavaş adımlarla, derinden ve sessizce. Ölüm gelinceye kadar, çevredeki insanlarla vedalaşıncaya kadar yürümeye devam etmektir. 

Şirk, küfür, nifak, tuğyan, ilah, put, ibadet ve kulluk gibi îmani meselelerin çerçevesini çizen kavramları Kur’an ve Sünnet’e göre anlayamazsanız, kavrayamazsanız ve yorumlayamazsanız; yaptıklarınızı, yapılanları ve çevrede cereyan eden iş ve işlemleri olması gerektiği vechiyle anlatamazsınız.

Trafikte araba kullananlar bu anlatacaklarımı çok iyi bilirler. Arabayı kullanırken yapılan küçücük bir hata belki de bir ömür boyu yapılan tüm doğruları gölgede bırakabilir. Hatta bazı hatalar kazaya ve ölüme sebebiyet de verebilir. 

Şirk, küfür ve nifak; trafikte araba kullanmaya benzer. Bazı davranışlar, bazı düşünceler, bazı tavırlar veya bazı sözler; şirk, küfür veya nifak taşıyabilir veya barındırabilir bünyesinde. O zaman bir ömür ifa edilen tüm ibadetleri silip süpürür.

Bu dünyada iken fark edilen bir yanlışın telafisi her zaman mümkündür. Tevbe kapısı her zaman açıktır. Ancak ölümden sonra farkına varılacak bir yanlıştan dönebilmek veya töbve etmek insanlar için imkansızdır. O halde tarif ettiğimiz ve peşinden seğirttiğimiz iş ve işlemleri yanlışı veya doğru olup olmadığını bilim veya filim ile değil de Kur’an ve Sünnet’e göre tarif etmek zorundayız. Hakem olarak Kur’an’a başvurmadığınız ve Sünnete danışmadığınız, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i aramıza oturtamadığımız her iş, günün birinde başınıza örülen bir çorap olabilir. Ancak son pişmanlık da fayda vermez insana.

Tek bir mesele vardır bu dünya serüveninde. O da Allah’ın kanun ve kurallarına göre mi bir dünya oluşturuyoruz kendimize yoksa arzu ve isteklerimize göre mi bir dünya tasarlıyoruz? 

İstenen mi? 

İstediğimiz mi?

Kur’an ve Sünnet Müslümanların ortak değeridir. Kur’an’a uymayan ve sünnetle uyuşmayan bir şey Müslümanlar için bir değer, bir eder de taşıyamaz.

Unutmayın! İslam; akıllı insanların işidir, akılcı insanların işi değildir. Şeytan akılcı bir varlıktır. Akılcılığa oynamak, akılcı iş ve işlemlerle oyalanmak, kendimize göre bir ortam oluşturmak şeytanlaşmanın bir diğer versiyonudur.

Dünyanın en zeki insanları kuşkusuz Peygamberlerdir. Bunda hiçbir tereddüt, hiçbir şüphe yoktur. Onlara da bireysel veya toplumsal dünyevi tüm sorunlarını çözüme kavuşturmak üzere hakem olarak vahy indirilmiştir.

Anlaşmazlığa düştüğünüz veya çekiştiğimiz vakit aramızda Kur’an ve Sünnet hakem olmuyorsa durup düşünmemizde fayda vardır.

Ne dersiniz?