İnsanoğlu için her şey istek, heves ve iştiyaka bağlıdır. İstek, heves ve iştiyak sahibi olmayan bir insana olumlu veya olumsuz manada bir işi yaptıramazsınız, bir sözü söyletemez, bir yanlışı kabul ettiremezsiniz. O halde ister işlenen haramlarda, ister ifa edilen ibadetlerde insanın istek, heves ve iştiyakı mutlaka vardır ve etkendir. İç ve dış etkenlerden kaynaklanan istek, heves ve iştiyak olmasaydı cennet de cehennem de hak edilmiş olmayacaktı.
İstek, heves ve iştiyakı sevk ve idare eden en önemli iç etken kuşkusuz imandır. İman varsa imkân da vardır. İman yoksa hiçbir imkân bir işe yaramayacaktır.
İnsanda oluşan istek, heves ve iştiyak bazen de dış etkenlerden kaynaklanmaktadır. Bu dış etkenler, imtihan için var edilen insanoğlu kendi elleriyle düzenlediğine rastlıyoruz. Yoksa başkalaşım geçirerek sahip olduğu her şeyini kaybedebilirdi.
İnsanoğlu su misali, özünü kaybetmeden girdiği kabın şeklini alabilen bir varlıktır. İmtihan için var edilen insanoğlu nelere takıldığını, nerelerde tutulduğunu, hangi ortamlara zorunlu olarak sevk ve idare edildiğini çok iyi bilmelidir. Yoksa içine girdiği çevrenin uygun olmayan şartlarına ayak uydurarak imtihanını kaybedebilir ve yanlışları doğru olarak algılayabilir. Bir adama kırk gün (deli dersen deli, akıllı dersen akıllı olur) ne dersen o olur, atasözü bunu doğrular mahiyettedir.
Türkiye’de İslam; yüzyıldır laik, demokrat, ateist ve müşrik kesimleri rahatsız etmeyecek seviyede ve düzeyde anlatılmaya çalışıldı. İslami olan fakat laik, demokrat, müşrik ve ateistleri kızdıracak kimi konular hiçbir şekilde dile getirilmedi /getirilemedi. Zaman zaman dile getirenler de derdest edilmekten yakalarını kurtaramadılar. O yüzdendir ki dini emirlerin doğru ve düzgün bir şekilde dile getirildiği zamanlarda feveran eden insanlara rastlayabiliyoruz.
Özellikle atesitleri ve müşrikleri rahatsız etmeyen bir İslam, Yüce Allah’ın gönderdiği din değildir. Yahudileri çileden çıkartmayan din, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği din değildir. Hristiyanları sağa sola savurmayan bir din Kur’an’ı Kerim’in anlattığı din değildir. Müşrikleri dile getirmek bile istemiyorum. Müşrikleri delirtmeyen din, İslam dini olamaz. Farklı dünyaların insanları aynı potada eriyebilecek ve hiçbir rahatsızlık duymayacaklar, olacak şey mi bu?
Bunu böyle bellemek lazımdır. Ne diyor Yüce Allah; “İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz; onlar ise, bütün kitaplara iman ettiğiniz hâlde, sizi sevmezler. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman “inandık” derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden ölün!” Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.” (Al-i İmran/119)
Camilerde ve okullarda İslam dini Allah’ın isteğine, Kur’an’ın anlatımına, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetine, sahabelerin yaşantılarına uygun bir tebliğ faaliyeti sergilenmediği müddetçe insanlara etki etme, onları harekete geçirme, yanlışlarını düzeltme oranı hep cılız, hep zayıf, hep bodur kalacaktır. Çünkü yarısının üstü yasaklanarak kapatılan İslam; insanları iyileştirecek, dini bir yaşama, dini bir düşünceye sevk edecek güçten yoksun kalacaktır. O yüzdendir bu ülkede hem namaz kılan hem puta tapan, hem başörtü kullanan hem de kozmetiğin her türlüsünü üzerinde sergileyerek pazarlayan, hem oruç tutan hem de faizin âlasını yapan insanlar çıkmıştır, çıkmaya da devam edecektir. Bu durumun ortaya çıkmasının en bariz sebebinin laik sistemi rahatsız etmeyecek bir şekilde ılımlı bir İslam’ın dillendiriliyor olmasından kaynaklandığını söylememiz gerekmektedir. Başka bir neden aramaya, dinini tam anlamıyla yaşayamayan Müslümanlara kızmaya, onlara hakaret etmeye, kusurlu göstermeye gerek yoktur. İslam değişmiş ya da miadını doldurmuş bir din değildir. Diridir, faaldır ve etkendir. Ancak laiklik kuralları gereği dört duvar arasına hapsedilmiş bir din olduğunu söyleyebiliriz. Ayakları kesilmiş, gözleri köreltilmiş, kafası kopulmuş bir din etkiden uzaktır. Günümüzde caminin iç duvarlarında olmak kaydıyla seslendirildiğinde mahkemeye başvurulan bir din haline getirilmiştir.
Eskiden sosyal hayatta dile getirilen İslam’a ait emir ve yasaklara karşı çıkanlar olurdu. Camiye dadanana rastlamak pek mümkün değildi. Çünkü dinin sosyal hayattan kopmasını ve camiye hapsedilmesini isteyen laik bir sistem vardı. Bu durum zamanla gerçekleşti ve din tam anlamıyla camiye mahpus hale getirildi.
Şimdilerde ikinci raunda geçildiğini söyleyebiliriz. Camilerde anlatılan dine, hutbelerde dile getirilen konulara, sohbet arasında konuşulan emir ve yasaklara dahi müdahale edilmeye başlandı. Pervasızca saldırılar düzenlenmektedir. Resmiyette (kanun ve yasayla) icraya konulmayan ayetlere pranga vurmak adına mahkemeler nezdinde dava açılıyor, camilerde okunmasına bile yasak getirilmek isteniyor. Bu kesimin elinden gelse bu ülkede Kur'an-ı Kerim’i ortadan kaldırılacak, Hadis-i Şeriflere de ket vurulacaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) yasaklanmış isimler arasına kaydedilecektir.
Durumun bu derekeye evrilmesinde yani bu süreçte Müslümanlar mı çok pasif kaldılar yoksa bu bir avuç azgın azınlık mı biraz daha azıtmaya, biraz daha cozutmaya, biraz daha uydurma dinlerine bağlanmaya başladılar bilemiyorum.
Günümüzde İslam ile beslenmeyen insanlar hemen her yönüyle Avrupa’ya tutsak olmuş vaziyettedirler. Okuyanı da okumayanı da bu duruma düşmüşler. Avrupa’nın değer yargıları ile Müslüman dünyasının değer yargıları hiçbir zaman birbiriyle uyuşmaz. Farklı dünyaların insanları oldukları için değer yargıları da haliyle farklı olacaktır.
Türkiye’de entel dendiğinde değer yargılarını Avrupa’dan devşiren manasında kullanıldığını söyleyebiliriz. Müslüman kalarak Hristiyan âleminin değer yargılarıyla anlam bulmaya çalışmak mümkün değildir. Bizi biz yapan Kur’an ve Sünnettir. Bizi Avrupa değerlerinden uzaklaştıran Hz. Muhammed (s.a.v.)’e olan bağlılığımızdır.
“Entellektüel, bilge, medeniyet, kültür, erdem, vefa ve hakşinast” gibi kavramları hep Hristiyan ve Ateist Avrupa insanları üzerinden anlatılması ve tanıtılması esaretin ve teslimiyetin bir başka ifadesidir. Kişi böyle davranmakla ya Kur’an’dan habersiz ya da bildiklerinin üstünü örtmeye çalışan biri olduğunu söyleyebiliriz. Bunun başka bir açıklaması da yok zaten. Bu durumun ortaya çıkması dinin karıştırılmadığı ortamların her geçen gün biraz daha çoğaltılmasıyla doğru orantılı olduğunu söyleyebiliriz.
Halbuki tüm bu kavramların hatta bu kavramların fevkinde başka başka kavramların da en üst zirvesine Kur’an ile çıkılabildiğini unutmamamız lazımdır. Kur’an’dan yoksun bir toplumda ya da başka bir ifadeyle laiklik adı altında Kur’an’dan yoksun bırakılan bir toplumda Kur’an ile yükselmek, Kur’an ile bir düşünce, bir değer üretebilmek herkese nasip olacak bir konu değildir. Çöl bedevilerini medenileştiren yegane kitabın Kur’an-ı Kerim olduğunu gözden ırak tutamayız.
Toplum olarak Avrupa’yı rehber ve önder edindiğimizden bu yana dünyanın her neresinde bir Müslüman varsa o bize düşman; dünyanın her neresinde bir Yahudi, bir Hristiyan, bir Ateist, bir Mecusi, bir putperest, bir Müşrik veya bir Dürzi varsa o da bize dost oldu. Dostlarımızı acımasızca eleştirirken, düşmanlarımızı da alabildiğine alkışlamaktayız. Kısacası yönümüzü Avrupa’ya çevirdiğimizden bu yana Allah’ın tüm düşmanlarını sevmeye ve başımızda bir değer olarak taşımaya başladık. Ayak olmayı hak edemeyenler baş, baş olmayı hak edenler de ne yazık ki ayak bile olamadılar bu süreçte.
Allah biz Müslümanları bir tek kafiri bile sevmekten, onların arasında bulunmaktan hıfz-ı muhafaza buyursun! Dedim ya içinde bulunduğumuz ortamın, bir süre sonra tamamlayıcı elemanı olabiliyoruz.
Allah kimseyi şaşırtmasın! Allah kimseyi yanlışı savunacak, yanlışı alkışlayacak derekeye yuvarlatmasın! Allah kimseyi düşmanına benzeyecek, düşmanları gibi davranacak, düşmana ait değerleri savunacak kadar yoldan da çıkartmasın! Biz Müslümanların en büyük sorunu budur. İslami olmayanları savunmaya, İslami olanlara da karşı çıkmaya başlamamız Laik sistemin oluşumuyla başladığını itiraf etmek durumundayız.
Rabbim şaşırtacak olursa kişi; ya düşmanını dost edinmeye başlar ya da düşmanının yanlışlarını doğru olarak kabul eder. İslam’ın hâkim olmadığı ortamlarda kâfirlere ait yanlışlar hoş görünmekle kalmaz hayatın birer felsefesi olmaya başlarlar.
Zaten en büyük sapıklık, en büyük akılsızlık, en büyük delalet, düşmana benzemek veya düşmana ait yanlışları doğru olarak bellemek, dosta saldırmak, düşmanı alkışlamak değil midir?
Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle, kime dokunursan dokun, nasıl kazanırsan kazan, istediğin düşünceye sahip ol; Allah, din, iman, cennet ve cehennem yokmuş gibi davran ama unutma bir gün mutlaka hesaba çekileceksin. Hesap kitap günü artık geri dönüşün olmayacak. Hesaptan yakanı kurtaramayacak olursan (Allah muhafaza) işte o zaman laikliğin ne olduğunu iyicene anlayabilirsin…
Laik Ortam Ve Müslümanlar
İnsanoğlu için her şey istek, heves ve iştiyaka bağlıdır. İstek, heves ve iştiyak sahibi olmayan bir insana olumlu veya olumsuz....
Yayınlanma :
24.08.2025 15:24
Güncelleme
: 24.08.2025 15:27


Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: