Hayatım boyunca kuşkuyla yaklaştığım kelimelerin başında “özgürlük” kavramı geldiğini söylersem hemen kızmayın bana. Efelenmeyin yazılarıma. Sonuna kadar sabırla okuyun. Yazının sonunda bana eğer “Haklısınız” demediyseniz işte o zaman bana kızabilir, hatta darılabilirsiniz. Ancak gönül koyanlardan da bir açıklama bekliyor olacağım. 

Bize, içi küflendirilmiş ama dışı son derece, modern bir şekilde güzel bir görünüm kazandırılmış ceviz gibi sunulmuş bu kavram. Bu kavram karşısında art niyetli değilim. Ancak hep işkillenmişimdir bu kavram kulağıma çalındığında ya da her hangi bir yazıda gözüme sokulmaya çalışıldığında. İnsanların; bu kelimenin arkasına saklanarak gerçekleştirdikleri tutsaklıkları, ezilmişlikleri, silinmişlikleri, yok edilmişlikleri gördükçe işkillenmem daha da artmıştır. 

Bunun nereden esinlendiğini, böyle bir çağrışımın zihnimde niçin çaktığını da henüz tam manasıyla kavrayabilmiş değilim. Bu çağrışımın sürekli yanıp sönmesinin en önemli sebebinin “özgürlük caddesinde” yürümeyi sevmeyişim olduğundan kuşku duymuyorum. 

Bu kavram şimdiye kadar bana hiç inandırıcı gelmedi. Yüreğime olması gerektiği vechiyle oturmadı. Samimi bir mana çağrıştırmadı belleğimde. Ancak art niyetle söylendiği, kof cümlelerin ardına saklanmak istendiği, hevasını ve hevesini ilahlaştıranların at koşturdukları bir tarla olduğu izlenimi hep oluştu zihnimde. 

Bu kavramın ardına saklanarak dile getirilen sözlere ve sosyal hayatta icra edilen davranışlara şahit oldukça işkillenme konusunda kendime hak vermiyor değilim. Bu kavrama karşı antipati duyuyor olma konusunda hepten haksız da sayılmam yani. Çünkü bu kavram şimdiye kadar şeytan ve avanelerinin arzuları ve istekleri karşısında hiç mi hiç kullanılmadı. Bu kavram, Allah’ın yasaklarına karşılık gelecek şekilde tanımlanmadı. Bu kavram, haramlara karşı kullanılmadı. “Ben özgürüm o yüzden şeytanları dinleyemem” diyen bir insanla da karşılaşmadık.

Bu kavramı gördüğüm her sokakta, semeresini gördüğüm her şahısta, tilkinin tavuk kümesinin başında tavuklara yönelik yaptığı; “özgürlük” nutukları üşüşür zihnime. Ya da kadının bedeninden her türlü faydalanmak için salya sümük sokak, cadde ve meydanların köşelerinde bekleyen zibidilerin, nasıl da dört elle kadınların giyim ve kuşamı için özgürlük kavramına sarıldıkları gelir aklıma. 

Belki de kadını savunmasız bırakmak ve saldırıya hazır hale getirmek üzere evinden dışarı çıkmasını bekleyen namertlerin kullandıkları özgürlük teraneleri dillendirildi ulu orta… Belki de bu kavram sayesinde insanlarımıza günahları işlerken içten içe bir sıkıntı hissetmemeleri için uydurdukları bir tuzaktı…

Özgürlüğün arkasına sığınan art niyetli kişiler bu kavramı; kişiyi istediği yerde, istediklerini istediği şekilde, hak, hukuk ve sınır tanımadan yapmaya sevk ve idare edebilmek üzere zerk ettiler toplumun zihnine. Allah’a isyan olarak anlatıldı. Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in koltuğuna oturmak olarak dile getirildi. Dinsizliğin merkezi olarak aktarıldı. Pervasızca davranma olarak kabul edildi. Şeytanların katışıksız bir kölesi olmak üzere tasarlandı. 

Günahlara balıklama atlama olarak tarif edildi her platformda. 

Evet, özgürlük naraları altında susuz bir havuz vaat edildi balıklara. 

Dedim ya bu kavramla hiç barışık olmadım. Kime karşı özgürlük, neye ve nereye kadar özgürlük? Sınırı ve sonu yok mu bu cenderenin? Kural ve kaidesi yok mu bu özgürlüğün? Askeri, polisi bulunmaz mı bu caddenin?

Ha, müsaadenizle özgürlük havarilerinin dile getirdikleri şu sloganı da ilave edeyim. Bir yerde, bir konuda sınırlamaktan, kısıtlamaktan, kota koymaktan bahsediliyorsa orada özgürlükten bahsedilemezmiş. 

İnsanın olduğu her yerde mutlaka bir sınır, bir kota olmalı diyorsanız, ki demelisiniz, insan olmanız bunu gerektirir, o halde orada mutlak bir özgürlükten de bahsedemezsiniz.

Herhangi bir koşulla sınırlanmama, zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu olarak tarif edilen “özgürlük”; insanın, her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine, kendi düşüncesine göre karar verme durumu olarak da tarif edilmektedir. 

Bu tanımlamayı dikkatle bir daha okuyun. Ayrıntıyı fark ettiniz mi? 

Kişinin kendi istenci, kendi düşüncesine göre davranması özgürlükmüş. Allah’ın karışmadığı bir istenç, Kur’an ve Sünnetin şekillendirmediği bir düşünce, bir hayat… Kayıt konulamayan her davranış… Allah’ın dışındaki varlıkların karışması özgürlük ancak Allah’ın karışması tutsaklık… Şeytanın yol ve yordam göstermesi özgürlük, insanı en ince noktasına kadar bilen ve yönlendiren Allah’ın isteklerine göre bir yaşam, bir hayat tutsaklık… 

Öyle mi?

Kimi insan için bulunmaz Hint kumaşı nevindendir bu kavram. Çokça değer verir, öpüp alnına koyar. Başında taşır. Belinde bir silah olarak bulundurur. Getirisini ve götürüsünü düşünmeden alkışlar, hatta hayatını bağışlar bu kavrama. Özgürlük naraları atar ortalıkta… Kendisinin dışındakileri de tutsak olarak görmeye başlar. Şeytan’ın rolünü üstlenerek tutsakları da özgürleştirmek ister yaptıklarıyla.

Kime karşı özgürlük? 

Neye karşı özgürlük? 

Nereye kadar özgürlük?

Şimdi sıkı durun, alkışlar eşliğinde sunulan bu özgürlüğün Kur’an-ı Kerim’deki tarifine bir göz atalım. Sadece iki ayet okuyalım. Ancak anlayarak okuyalım:

“Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?” (Furkan/43) ayetini okuduktan sonra bir de: “Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah’ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hala düşünüp ibret almayacak mısınız?” (Casiye/23) 

Şimdi sıkı durun. Şu sorulara Kur’an ekseninde cevap vermeye çalışalım. Vereceğimiz cevaplar lütfen özgürlük caddesinde yürürken vermeye çalışmayalım. “İlah ne demektir? İlahlaşmak nasıldır? Bir insanın kendisini ilahlaştırması nasıldır? Bir insan nasıl ilahlaşır? Bu ilahlaşmanın bir sınırı, bir kaydı, bir kuralı var mıdır? Her insan ilahlaşabilir mi? Kadınlar da ilahlaşır mı? Allah’ın kurallarına bağlanmadan kendi kurallarına bağlı kalmaya çalışan bir insan ilahlaşmış olur mu? Allah’ın ortaya koyduğu kural ve kaideler insanı özgürleştirir mi yoksa tutsaklaştırır mı? Allah’ın kuralları özgürlüğü kısıtlıyor da Şeytan ve avanelerinin aşılmaz olarak ortaya serdikleri kanun ve kurallar özgürlüğü kısıtlamıyor mu?”

İnsan kurallar olmadan yaşamını sürdüremeyen bir varlıktır. Kuralsızlığı kural edinmek de bir kuraldır. Eğer özgürlük; kuralsızlık olarak tanıtılıyorsa bize, temelleri yoktur, içi yine koftur. Çünkü kuralsızlık da bir kuraldır. O halde kuralsızlığın oluşturduğu her kural özgürlüğü sınırlayan unsurlardır.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bir insan; ya Allah’ın emirlerine bağlıdır ve özgürleşerek sabah namazına kalkıyordur ya da kendisi için yeni kurallar ve emirler ihdas ederek tutsaklaşmıştır ve sabah namazı vaktinde uyumayı tercih etmiştir. 

Dört koldan bize; uyanmayı tutsaklık, uyumayı özgürlük olarak anlattılar. Halbuki uyanmak özgürlük, uyumak tutsaklık olmalıydı.

Yaşam her halükarda bir kurala bağlıdır. Ya sabah namazına kalkarak Allah’ın kurallarına bağlı olduğunu, şeytan ve avanelerine karşı özgür olduğunu ilan edecekti insanoğlu, ya da kendi kurallarına bağlı olduğunu, heva ve hevesinin tutsağı olduğunu, Allah’ın kurallarına karşı özgür olduğunu sergileyecekti. 

Bu kavrama niçin alerji duyduğumu anladınız mı?

Şimdi istediğiniz kadar kızabilirsiniz, istediğiniz kadar alınabilirsiniz, istediğiniz kadar alınabilirsiniz ancak gerekçelendirerek…

Kalın sağlıcakla…