Eğitim ile öğretim birbirinden farklı olmakla beraber birbirini tamamlayan unsurlardır. Gece ve gündüzün bütün olarak bir günü oluşturduğu gibi. Eğitim davranış değişimi için kullanılırken, öğretim ise bilgilenmeyi ve bilgi aktarımını ifade eder.

Davranışlar bir kalıba konulmadan, ahlak eğitimi verilmeden, korkmanın gerekliliği öğretilmeden verilen her bilgi insanı nesnelleştirir, robotlaştırır, merhamet duygularını köreltir. Hatta korku ve çekince olmadan verilen bilgi; insanı azıtır, sapıttırır ve asileştirir.

Merhametin olduğu yerde korku vardır. Korku ortadan kalkarsa merhamet de yok olur. Çünkü merhamet korkunun zorunlu bir sonucudur. Merhametli olmalarını istediğimiz bireylere korkuyu öğretmek, onlara verilebilecek en büyük destektir.

Eğitim yoluyla insana yüklenen bilgi Allah'ın istediği bir bilgi değilse, günlük olarak sadır olan davranışlar da Allah'ın istediği bir konumda olmayacaktır. Allah'ın kullarına; Allah'ın istediği ilmi, Allah’ın istediği şekilde vermek biz büyüklerin sırtına yüklenmiş leziz ancak çileli bir yüktür.

Eğitim ve öğretimin merkezine Allah korkusu yerleştirilmezse insanlar; Firavunlaşır, Nemrutlaşır ve Şeytanla yarışır duruma gelir ve ortalığa mantar gibi canavarlar yayılır. Bu durum bugünün sorunu olmadığı gibi yarının sorunu da olmayacaktır. İnsanlıkla beraber var olan ve yine insanlık ile beraber nihayete erecek olan “Korku” sorundan bahsediyorum.

Korku, insanı içten denetimli kılar. Korku, insanı frenli ilerlemeye alıştırır. Korku, kazalara karışmaya engeldir. Korku, istenilen her fiilin istenilen her mekanda yapılmayacağını öğretir. Korku, başka varlıkların varlığını da kabul etmeyi ve onlarla beraber yaşamaya alıştırır. Korku, amacı ne olursa olsun icra edilen her fiilin karşılığının olduğunu kazıtır zihinlere. Sınırları belirlenen, aşırıya gitmeyen, hak ve hukukun varlığını öğreten bir korkunun bulunduğu mekanlarda ne asker bulunur ne de polis. Ne hakim dolanır ne mahkeme kurulur ortalıkta, ne de savcıya düşen bir görev peyda olur.

İslam’ın inanç sisteminde korku vardır. Görmediği Allah’tan korkmak, tarif edilen cehennemden çekinmek tarif etmeye çalıştığımız korkunun ta kendisidir. Bu inanç sistemini insanlara tam manasıyla vermeden, yüreklere yerleştirmeden İslam'ın öngördüğü ahlaki özellikleri beklemek safdillik olur. Günümüzde Allah sevgisi, Allah korkusu verilmeyen insanlardan İslami bir ahlaka sahip olmalarını beklemek hiçbir zaman doğru bir netice vermeyecektir.

Her sinede bulunması gereken bu korku; ahlaki davranışlar ve insani özellikler üzerinde belirleyici bir role sahiptir.

Toplumun ahlaki davranışlarını şekillendiren ve ulu orta sergilemelerine sebebiyet veren asıl etmenin itikattan başka bir şey olduğunu kimse iddia edemez. Kısmen verilen bir inanç, insanı kamil kılmaz. İçine kendisine ait olmayan unsurlar karıştırılan bir inanç sistemi asla İslami değildir. O yüzden İslam itikadı ne parçalanmayı ne de yamalanmayı hazmeder, kabullenir. İslam inanç sistemi kendisine hastır, başka dinlere, başka ideolojilere, başka izimlere benzemez. Kendisine ait olmayan hiçbir unsurun neşvünema bulmasına müsaade de etmez.

İnsanların kendilerinden beklenen ahlaki davranışları sergilemiyor olmalarının yegane sebebi inanç/itikat eksikliğidir veya bozukluğudur. Bir başka ifadeyle, belki de sergiledikleri davranışlara göre bir inanç sistemi geliştirmişlerdir. Domuzu, domuz olarak görmeyen kişi için domuzun haramlığı bir şey ifade etmez. Yalanın yasaklanmış olduğuna kani olmamış bir birey, yalandan temizleyemez dilini. Bir başka ifadeyle her gün içki içen bir insan, içkinin haramlığı ile ilgili inancını yitirmiş olması büyük bir ihtimaldir. Namazı hiç kılmayan bir insan, namazın farz olabileceğine olan inancı da ortadan kalkmış demektir. Çünkü inanç davranışları şekillendirir. Hiçbir şey inancı ve imanı tam ve sağlam bir insana dinin gerektirdiği her hangi bir ibadeti engelleyemeyeceği gibi kısıtlayamaz da. Aynı zamanda yanlış ahlaki bir davranışı sergilemesine de gücü ve tâkatı yetmez.

Dini kuralları yerine göre, hesabına gelen şekliyle uygulanmasını istemek tam bir aymazlıktır. İnsanları katakulliye getirmekten başka bir şey değildir. Devlet hazinesinden aşırılan bir kuruşun haramlık boyutunu ileri sürdüğü hadislerle kötülerken: İsveç'ten, Almanya'dan, Roma'dan, Fransa'dan alınan veya laikliğe göre düzenlenen kanunlara göre cezalandırılmasını istemek bir Müslümanın yapabileceği bir durum, ileri sürebileceği bir konu, savunabileceği bir inanç değildir. Çünkü devletin hazinesi İslam’a göre kurulur, İslam’a göre korunur, İslam’a göre savunulur ve yine verilmesi gereken bir ceza varsa o da ancak İslam’a göre verilir. Çünkü cari olan kuralların ve kanunların tamamını İslam'a göre olmasını istemek, işlemesini beklemek bir inanç meselesidir. İşlenen bir suça verilmesi gereken cezayı İslam'a göre olmasını istemek de bir inanç meselesidir. Yoksa hesabına geldiği gibi oynamış olur insan. Bu da iki yüzlülükten öte başka bir şey değildir.

İnancı sağlam olmayan bir insandan tam manasıyla İslami davranışlar beklenemez.

Müslüman, hesabına göre değil; her yerde, her konuda ve her işte kitabına göre oynayan, oynamak zorunda olan kişidir.