İnancımıza şirk, küfür ve nifak gibi hastalıkların bulaşmaması adına kendimizi ve yaptıklarımızı her daim kontrol etmemiz bir gerekliliktir, bir zorunluluktur. Her Mü’min: “Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.” (Yusuf/106) ayetinin ne manaya geldiğini, yürütmekte olduğu günlük iş ve işlemlerinde böyle bir unsurla karşı karşıya kalıp kalmadığını, kendisini ilgilendirip ilgilendirmediğini, içinde bulunduğu ortamın şirk nüvelerini içerip içermediğini, savunduğu fikirlerin Allah’a isyana sebebiyet verip vermediğini iyi bilmesi gerekir. Her ayeti anlamaya çalışır ancak imanı ilgilendiren ayetleri Allah’ın Resülü (s.a.v.)’nün izah ettiği şekilde anlamaya çalışır. Bu konuda titizlik içinde davranır. İçinde bulunduğu durumu ve ortamı istisna etmez hiçbir ayetten. Ayıklamaz yapılan iş ve işlemleri, savunulan düşünceleri. Akıllı kişi, Kur’an’da anlatılan her konunun aslında kendisi için bir emir olduğunu ya da bir yasaklamaya gittiğini hemen kavrar: “Akledesiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır.” (Bakara/242) Mü’min; kafirlerden bahseden ayetler de müşriklerden bahseden ayetler de münafıklardan bahseden ayetler de Yahudi ve Hristiyanlardan bahseden ayetler de hatta Firavun, Bel’am ve Karun’dan bahseden ayetler de evvela kendisine hitap etmekte olduğunu çok iyi bilir.

Cennete talipli olan kişi nerede durduğuna dikkat etmesi gerektiği gibi niçin durduğuna da dikkat etmesi imanı sağlama alması adına bir zorunluluktur. “(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?” (Kehf/103-104) Hayat memat meselesi dediğimiz şey aslında budur. Ya yaptığımız amellerimiz boşa gittiyse… Ya doğru yolda olduğumuzu sanıp yanlışlara tevessül etmiş isek… Ya içinde yaşamakta olduğumuz toplum aklı basmayan bir toplum ise… Ya tabi olmaya zorlandığımız kanun ve kurallar Allah’ın istemediği birer kural ise… Ya iyi işler olduğuna inandığımız kimi fiillerimiz İslam’a göre değil idiyse… Ya karşısında el pençe durduğumuz heykeller, insanlar, ya aşk ve şevk ile icra ettiğimiz törenler putçuluktan farksız ise… Sahi: “Firavun’a gidin. Çünkü o azmıştır.” (Ta’ha/43) ayetinden ne anlamamız gerekiyor? Firavun ne yaptı da azıttı? Neleri savunuyor, nelere karşı dikleniyordu? Devlet sistemini neye göre düzenliyordu, insanların tabi olmasını istediği kuralları kimler, niçin belirliyordu? Kur’an’da dikkatlerimize sunulan Firavun tarihe mal olmuş bir şahsiyet, bir karakter midir yoksa bugüne de getirilmesi gereken bir olgu, bir durum mudur? Şayet bugüne getirilemiyorsa, şayet yapılanlara kıyas yapılamıyorsa, şayet bugünkü devlet düzenleri bundan muaf tutuluyorsa Firavun ile ilgili tüm ayetlerin diskalifiye edilmesi gerekmez mi?

 Cehenneme düşmemek için didinen bir insan Firavun’un ölümü gördüğü vakit Müslümanlığı tercih ettiği gibi bir tercihe sarılamaz. “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım” dedi.” (Yunus/90) Sıkışınca tercih edilen bir din değildir İslam. Ölüm anında girilmesi gereken bir din de değildir. Sıkıntıları defetmek için başvurulan bir sistem de değildir. Mü’min; Müslümanlığı bir hayat felsefesi, bir yaşam biçimi edinir kendisine. Ölünce veya ölümle karşılaşınca tercih edilmesi gereken bir din olmadığına yakinen inanır. Allah’ın kural ve kaidelerini bir tarafa atarak insan ürünü kural ve kaidelere sarılmaz. Ölüm öncesi ve ölüm sonrası hayata hazırlanmanın kurallarını barındırdığı bir din olduğunu bilerek ve inanarak sarılır. Sağlam bir iman bunu gerektirir. İman da budur.

Mü’minler insanların ekseriyetine göre bir yol edinmekten içtinap ederler. Çünkü Mü’min; çoğunluğa göre değil Kur’an’a göre bir imana sahiptir. “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (En’am/116) ayetini gerek dilleriyle gerekse yaşantılarıyla sürekli tekrar ederler. Allah’ın emirleri ortada duruyorken, insanların ortaya serdiği emir ve yasaklar Mü’minlerin asli kriterleri olmadığına inanırlar. İlahlaşan veya ilahlık taslayan insanlara dönüp bakmazlar bile. “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkan/63)

Mü’minler, Musa (a.s.)’ın dediğinden başka bir şey demezler: “… Musa, “Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demişti.” (Bakara/67) Cahil olmaktan Allah’a sığınmak ve “Rabbim! İlmimi arttır” (Ta’ha/114) demek ne güzel bir yoldur. Müslümana yakışan ve olması gereken de budur. 

İlahi kelama göre bir yaşam düzenleyen, yasakları çiğneme konusunda içi titreyen kişi alimdir, sırt dönen cahildir. “İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden alim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Fatır/28) 

İnsan: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzap/72) Evet neleri kabul ettiğini, neleri ret etmesi gerektiğini bilmeyen insan cahildir, zalimdir ve haindir.

Allah katında affedilmeyen, bağışlanmayan, göz yumulmayan, ebedi bir cehenneme düçar kılan yeğane suç; yanlış bir inançtır, Allah’ın istemediği bir imandır. İman, şirk dahil tüm günahları yok eden, sıfırlayan, hiç işlenmemiş mesabesine indirgeyen bir unsurdur. Şirk de sahibini hiç sevap işlememiş gibi ebedi bir cehenneme duçar kılan ana konudur.

Rabbim bizleri imanı sağlam olan kullarından eylesin! (Amin!)