Geçen ay altmış yaşına giren kadın yemekten sonra her zamanki gibi pencerenin dibindeki kanepesine oturmuştu. Solan günle beraber rengi maviden siyaha dönen denizin gittikçe büyüyen dalgalarını seyrederken bir yandan tespihini çekiyor bir yandan da oğlu için dua ediyordu. Zayıf kalbi de her zamanki gibi düzensiz atıyordu.

Hayattaki tek evladı, aynı zamanda hayattaki tek dayanağı idi. Ah şu maden! Kocasını genç yaşta almış, geriye ondan bu emaneti bırakmıştı.

Beş yaşındaki yetimine 19 yıl boyunca taze bir gül gibi bakmış, hep güzel koksun diye üzerine titremişti. Ancak oğlan büyüyüp de başka iş bulamayıp babası gibi madende çalışmaya başladıktan sonra her günü bir güvercin tedirginliğinde, hatta çok zaman tuzağa yakalanmış gibi işkence içinde geçirmişti.

Eve gelince rahatlayan yüreği işe gidince sıkışıyor, habire çırpınıyordu.

Bu yıl soğuklar gecikmiş ama gelince de iyi gelmişti. Karadeniz, kıyısındaki her şey gibi insanı da erkenden çürütüyordu. Genç yaşta başlayan romatizmaları giderek artmış, çok zaman nemli olan havası ile beraber çok zaman sızım sızım sızlatmıştı.

Aman! Bütün dert de o olsun. Varsın bedeni sızlasın. Yeter ki kalbi sızlamasın. Ya da daha fazla sızlamasın.

O kalp şimdilerde bir aya kadar doğacak ve dedesinin adını koyacağı bir torunun heyecanıyla da çarpıyordu. Derinlerde Ali'sinin görememesi dolayısıyla bir üzüntü, kendisi görecek diye sevinçle beraber bir çeşit utanç da hissediyordu. "Ne yapayım?" diyordu hep, "Ben böyle olsun istemedim ki Ali."

Akşam yaklaştıkça soğuk da arttı. Çok pahalı olduğu için henüz doğal gazın vanasını açmamışlardı. Pek bir faydası olmadığı halde battaniyesini sürekli üşüyen dizlerinin üzerine daha bir çekti, sağını solunu bacaklarının altına sıkıştırdı.

Ah İsmail de bir an önce gelseydi de yüreği bu gece de rahata kavuşsaydı. Hem bitmek üzere olan ilaçlarını da getirecekti. O ufacık hapların bu yaşlı kalbi düzene sokması ne kadar acayip bir şeydi öyle.

Karnı burnundaki gelin, ortalıkta dolaşıp duruyordu. Keşke bu kadar yormasaydı kendisini. O yorulunca torunu da yoruluyormuş gibi hissediyordu. Hissettiği belki de ona bir şey olacak korkusuydu. Duygularının sebebini bilemiyordu bazen.

Bir ara uyku bastırdı, dalar ve rüya görür gibi oldu. Sanki telefon çalmış ve gelini çığlık atıp sokağa fırlamıştı. Uyandığı zaman sesler kesilmişti. Derin bir sessizlik...

İyi ki de öyle olmuştu. Bu sayede patlayan madenin ve oracıkta ölen İsmail'inin ve madene koşarken düşüp düşük yapan gelininin ve bir kere bile göremediği torununun haberini almaktan kurtulmuştu.

Nice sonra eve girenler cansız bedeni ile karşılaştıkları zaman kalbi çoktan durmuş, bedeni çoktan üşümüştü.