.

Şeytan, fitne tohumunu ektikten sonra kenara çekilir, ellemeden seyre dalar olayları. O, işi ihaleye vermiştir artık. Arkasına yaslanarak, sandalyesine kurulur, müntesiplerinin yapacaklarına pür dikkat odaklanır. Fitnecilerin neler yaptığını veya neler yapacağını ayak ayak üstüne atarak, çay ve sigara eşliğinde seyre dalar. Gülücükleri eksik olmaz yüzünden. Sahanın kenarından maçı yöneten teknik direktör gibi parmaklarıyla işaret etmekle yetinir.

Aklını çalıştıran, Kur’an’ın dile getirdiği usuller çerçevesinde iman eden insanlardır. Bunlar güzel ve dindar birer Müslüman olmaya çalışırlar. O halde Müslüman olmak, İslam’a göre davranmaktır. Irkçılığı ret etmektir. Aklını kullanmaktır. Allah’ı birlemektir. Müslümanları kardeş bilmektir. 

Aklını çalıştırmaktan mahrum kalanlar ya da aklını çalıştırmaktan uzaklaşanlar; atalarından gördüklerini, milliyetçiliklerini, ırkçılıklarını ve faşistliklerini, örf ve adetlerini, vatan ve millet diye peşinden segirttiklerini, çevrede var olan gelenek ve göreneklerini, insanların doğru diye çevreye lanse ettiklerini taklit ederek saplanıp kaldılar yerlerinde. Ne akıl kaldı ellerinde ne de vicdan. Akıl olsaydı veya vicdan hala yerinde dursaydı İslam ile müşerref olurlardı diye düşünüyorum. İslam olmadığına göre…

Türkiye’de suçun şahsiliği ne yazık ki yoktur. Suçun şahsiliği şimdiye kadar da olmadı. Bu gidişle olmayacak. Çünkü insanların beslendiği ana kaynak, ne yazık ki İslam değil. İslam’ın dışında her şey var ancak İslam yok düşüncede, sosyal hayatta.

Bu ülkede bir Kürt bir suç işlediğini farz edelim, tüm Kürtler terörist diye idam sehpasına çıkarılır ve idama mahkum kılınır birileri tarafından. Bir Türk bir suç işler, tüm Türkler faşist diye idam sehpasına çıkarılır ve idam edilir başka birileri tarafından. Bir Arap bir suç işler tüm Araplar dönektir diye idam sehpasına çıkartılır. Bir Suriyeli bir suç işler tüm Suriyeliler pisliktir diye idama mahkum edilir. Eli sopalı insanlar sabahlara kadar sokaklarda teyakkuza geçilir. 

Hayırdır a dostlar! Suç belli suçlu belli. Hani devlet denilen bir aygıt vardı bu topraklarda. Hani bu ülkenin bir polisi, bir jandarması, bir düzeni bir nizamı vardı? Hani bu ülkenin hakimi, savcısı ve avukatı vardı. Yoksa bu ülkenin hakim ve savcılarına güvenmiyor musunuz? Ya da bu ülkenin ceza sistemine mi inanmıyorsunuz?

“El insaf, el insaf, el insaf” demekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Şeytan insanın gözünü kör eder denilen şey bu olsa gerek.

Şanlıurfalıyım. Burada doğdum, burada büyüdüm, burada yaşıyorum. Bu bölgede olanları gayet iyi biliyorum. Bir adam bir cinayet işler, cani adamın yedi sülalesi düşman ilan edilir bu topraklarda. Yıllar da geçse aradan, unutulmaz bu düşmanlık, saklanır belleğin bir köşesinde. Yeri ve zamanı geldiğinde caninin akrabalarından biri, suçlu suçsuz denmeden infaz edilir bir kıyıda, bir köşede. Öç alınmıştır, alkışlar ortalığı kaplamıştır artık. Rahat rahat uyuyabilirsiniz diye naralar atılır. Gecenin bir vaktinde oluşan zifiri karanlığı gündüzün ortasında yer alan aydınlık diye tanıyan ve tanıtan insanlara ne karanlığı anlatabilirsiniz ne de aydınlığı tarif edebilirsiniz…

Dünya; hak ve batıl mücadelesinin sürdüğü, kıyamet gününe kadar da süreceği bir mekandır. Geçmişten günümüze bu böyle devam etmiştir, çünkü böyle kurgulanmış Yüce Yaratıcımız tarafından. İmtihan bu. Bu imtihanı kazanmak zorundayız. Bu imtihanı, bizim belirleyeceğimiz kriterler doğrultusunda kazanamayız. Belirleyeceğimiz kriterler doğrultusunda düşündüğümüz ve davrandığımız vakit kaybedeceğimiz kesin olan bir imtihandan bahsediyoruz. Bir beşerin düzenlediği bir imtihan değil. Bu imtihanı kazanmanın yegane şartı, Yüce Allah’ın belirlediği kriterler doğrultusunda düşünmek ve tavır almak olduğunu söyleyebiliriz. 

Hz. Ömer (r.a.)’in adaletini istiyorsak, ki istiyoruz, evvela kendimizden başlamak şartıyla adil olmak zorundayız. Hani mülkün temeli adalet idi?

Bu mücadele süresince bazen hak taraftarları galip gelecek bazen de batıl taraftarları. Biz, ayaklarımızı koyduğumuz yere bakmak zorundayız. Nerede duruyoruz? Neyin peşinde segirtiyoruz? Elimizdeki değneği kime karşı, niçin ve nasıl kullanıyoruz? Kimi, hangi suçla suçluyoruz? İstediğimiz adalet kimin adaleti? Bize ait bir adalet mi yoksa cihanşümul bir adalet mi istediklerimiz? Unutmayın! Cihanşümul adalet; ilahi kurallar çerçevesinde yerine getirileceğine inanmak zorundayız.

Batıl Hakk’a karşı başarı sağladığında batılın iyi, güzel ve doğru olduğu manasına gelmeyeceğini de iyi bilmek ve haykırmak durumundayız. Irkçılık tavan yaptığında veya sosyal hayatı kasıp kavurduğunda faşistlerin doğru iş ve işlemler yaptıklarını savunamayız. Hak ve adalet taraftarlarının her halükarda kazançlı çıkacağını da bilmek zorundayız. Unutmayın bu hayattan el etek çektikten sonra ebedi bir hayat bizi bekliyor olacak. İşte orada ne ırkçılık bizi kurtaracak, ne faşistlik ne de milliyetçilik. Bizi kurtaracak olan hayatımızda uygulamaya çalıştığımız ayet ve hadisler olacak.

İnansak da bu böyle, inanmasak da durum böyle. Hak taraftarları hakkı ve hakikati savundukları için ahirette kazanan taraf olacaklarına inanıyoruz. Ahirette kazananlardan olmak, cennetle mükâfatlandırılmak için bu hayatta hakkı ve adaleti sımsıkı tutup yüceltenlerden olmak gerekir. Suçun şahsiliğini savunmak zorundayız. Hiçbir şahsı, başka bir şahıs yerine sorguya çekemeyiz. Cezalandıramayız. Bir şahsın işlediği pislik üzerinden temiz insanlara değil dokunmak, onları töhmet altında bırakmak dahi yakışmaz şeriat-ı garra-yı Muhammediye’ye.

Hangi koşulda, hangi şartlar altında, nerede olursak olalım, kimden gelirse neye matuf olursa olsun bize dikte edilen her batıl düşünceyi ret etmek durumundayız. Unutmayacağız bunları. Unutturmayacağız. Her daim haykıracağız. Şeytan ve avanelerine pirim vermeden her zaman haykıranlardan olacağız.

İnsanda ilke ve seviye olmalı. İlke ve seviye sahibi olmayan insanlardan da uzak durulmalı. İlke ve seviyemizi İslam’a göre belirlemeliyiz. Bize lazım olan bu.

Yanlışı ve eksiği olmayan tek kitap kuşkusuz Kur’an’dır. Vardır diyen kişi imansızdır, hatta küffardır. Hadis kitaplarında bile zayıf ve hatalı olan kısımları mutlaka vardır. Yoktur demek hadisleri Kur’anlaştırmaktır. Üstün ırk, kutsal belde ve mukaddes mekan yoktur. O halde Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sonra mükemmel insan, hatasız kitap, kusursuz cemaat, üstün ırk, dokunulmaz vatan yoktur.

Her adamın, her ırkın her vatanın doğru tarafları olabileceği gibi yanlış tarafları da mutlaka vardır. Kişilerin doğrularını görmeden tüm yanlışlarını bir araya getirerek kullanmak ve bayraklaştırmak etik ve insani olmadığı gibi yanlışlarını görmeden tüm doğrularını alıp aynı şekilde kullanmak, hatasız ve kusursuz bir muameleye tabi tutmak da etik, insani ve İslami değildir. Her insanın kendi sorumluluğu vardır. Suçun şahsiliği esastır.

O yüzden insanlara insani bir muameleyi uygulamak olması gerekendir. İnsani bir muamelenin ötesi sapıtmanın en bariz göstergesidir.

O halde İncitmeden dokunmak, rencide etmeden eleştirmek, kızdırmadan yol göstermek, bıktırmadan nasihat etmek gerekir. Ancak ne olursa olsun hakkı ve hakikati ortaya koymaktan başka bir seçeneğimiz yoktur.