İnsanlar arasında dolaşan düşünceler doğru olabileceği gibi yanlış da olabilir. 

Aklımıza gelen yada insanların pohpohladığı her düşüncenin doğru olacağını düşünmek yanılmamıza sebebiyet vereceği kesindir. Bu durum aynı zamanda safdilli olmaktan öte başka bir şeyi de ifade etmez. Yüce Allah: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet/36) buyururken insanın aklına hücum eden kötü düşüncelerin de olabileceğine işaret etmektedir. Kötü düşüncelerin şeytandan; iyi, güzel ve faydalı düşüncelerin de rahmandan olduğunu unutmamak kurtulmanın, imtihanı başarmanın, düşünceleri berraklaştırmanın ön şartıdır. 

Peki şu yanlıştır dediğimiz ve kendisinden Allah’a sığındığımız her hangi bir düşünceye rastladığımız oluyor mu şu koca ömrümüzde? “Şu düşünce yanlış, şu fikir doğru değil; ileri sürülenler şu ayete uymuyor, şu hadisle çelişiyor.” diyerek ret ettiğimiz, karşı çıktığımız herhangi bir fikir veya dünya görüşü var mı önümüzde? Eğer ret ederek karşı çıktığımız; kötüdür, Kur’an’a ve sünnete uymuyor dediğimiz herhangi bir düşünce repertuvarımızda yoksa, o zaman bütün yanlış düşünceleri doğru birer düşünce olarak kabul ettiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. O zaman hapı yuttuğumuzdan haberimiz yoktur.

Şahıslar üzerinden doğruları savunamayacağımız gibi şahıslar üzerinden kötülüğü tanıtmaya da kalkışamayız. Şahıslar üzerinden ilkeler belirlemeye çalışmayız da. Ancak ilkeler üzerinden (bu ilkeler de Allah ve Resulünün belirlediği ilkelerden başkası olamayacağı kesindir) şahısları, fikirleri ve davranış modellerini, yönetim anlayışlarını değerlendirilmeye tabi tutarız. Doğruysa doğru, yanlış ise yanlış der çeker gideriz.

Doğru yolda bulunmak doğru olmak manasına gelmiyor her zaman. Doğru iş yaptığını söylemek de böyledir. Doğru yolda doğru yürümek de, doğru düşünmek de, doğru kararlar almak da, doğru fikirlerle beslenmek de şart. Şeytan doğru yolda doğru yürüyen insanları saptırmak üzere: “Ben dosdoğru yola oturacağım.” (Araf/16) dedi. 

Namaz kılan biz Müslümanlar da günde en az kırk sefer: “Bizi dosdoğru yola ilet.” (Fatiha/7) diye dua ediyoruz Rabbimize. Doğru insanları saptırmak üzere doğru yola oturan şeytana doğru bir şahsiyet diyemeyiz. İç yüzlerini bilemediğimiz için kim doğru davranışlar sergilerse ona doğru, kim de yanlış davranışlar sergilerse de ona yanlış deriz. Kişilerin kalplerinde ve zihinlerinde taşıdıkları niyetlerini ancak Allah bilir. Yanlışın karşısında diklenmekten, kararlılıkla doğrunun yanında durmaktan vazgeçemeyiz. Cennet kararlılıkla duranların olacağına olan inancımız sonsuz olduğu gibi cehennemin de kararlılık göstermekten çekinenlerin yeri olduğuna da inanırız. Çünkü Yüce Allah: “Andolsun, bundan önce biz Adem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.” (Ta’ha/115)

Buradan yola çıkarak hiçbir Müslümanın şirki, küfrü ve nifakı savunacağını düşünmeyeceğimiz gibi alkışlayacağını da varsayamayız, kabul edemeyiz böyle bir durumu. Ancak hemen her gün kimi Müslümanın şirki, küfrü ve nifakı tarif ederlerken farklılaştıklarına şahit olmaktayız. Bunu da beslendikleri eğitime bağlayabiliriz. Yanlış eğitim yanlış tasavvuru da beraberinde getirir. “Yok ya Allah böyle bir şey söyler mi? Yok ya Allah böyle bir şey ister mi bizden? Allah bunu niye istesin ki? Bu kadar insan böyle davranırken hepsi mi cehenneme girecek? Teknoloji çağındayız böyle bir istek kabul edilebilir mi?” diyenler şu ayeti tekrar tekrar okumalarını tavsiye ediyorum: “İnsanlar arasında öylesi var ki, doğru bir bilgiye dayanmaksızın, yol göstereni ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışmaya girişir.” (Hac/8)

Sapıtmak, yoldan çıkmak kişinin özel tercihidir. Normal bir konu olduğu kadar normal bir durum olarak da algılıyorum. Hem cennet var önümüzde hem de cehennem. İsteyen istediğini tercih etmekte serbesttir. Ancak ileri sürdüğü fikirlerle, sergilediği ve ön ayak olduğu yanlış davranışlarla, bağırış ve çağırışlarıyla başkasını saptırmaya kalkışmak, dinden uzaklaştırmak ise şeytanlıktan başka bir şey değildir.

Allah adına insanları kandırmak, aldatmak, yoldan saptırmak ve sırat-ı müstakimden uzaklaştırmak kadar büyük bir şen’iyet, büyük bir cinayet, büyük bir vebal yoktur. Ve yine kendi dinini asli kaynaklardan (Kur’an ve Sünnetten) öğrenmeyip masaya konulan yemek tabaklarını silip süpürdüğü gibi önüne sürülen her ideyi, kulağına fısıldanan her düşünceyi, görsel medya aracılığıyla zihinlere empoze edilmeye çalışılan her fikri din zanneden kişilerin içine saplandıkları cehalet bataklığı kadar pis kokan başka bir bataklık da yoktur bu dünyada.

Adam çevresine bakıyor, yapılanları dinin bir emri olarak algıladıktan sonra: “Allah’ın dini işte bu, insanlar arasında deveran eden mevcut uygulamalara karşı çıkan her ayeti kendince yorumluyor ve her hadise uydurma” yaftasını yapıştırıyor. 

Sosyal hayatta var olan yaşantı ile anlatılan dini emirler arasında bir zıtlık olduğunda Mekkeli müşrikler de şöyle diyorlardı: “Ayetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler.” (Yunus/15)

İnsanlık ne kadar da birbirine benziyor.